Cherreads

Chapter 2 - -2-

POV: Alark

O gün Lichteria rektörü Luceat ile Belmare'da bir toplantı yapılacaktı. Konu Lichterya'da işlenen cinayet ve sonucunda her iki tarafta da ortaya çıkan karışıklıktı. 

Frederick, yani kardeşim benim burada bulunmamı istemiyordu. Çünkü ona göre ben sadece eski bir rektördüm. Sabahtan beri onun tartışmasını yapıyorduk.

"Hayır, Alark. Burada bulunamazsın."

"Luceat hanıma soracaklarım var. Bizzat soracaklarım..."

"Seni ilgilendiren konular değil-"

"Neden ilgilendirmiyor? Bu üniversitede neler yaptığımı unuttun mu? Ne kadar emeğimin olduğunu?"

"Geçmişte yaptığın katkılara minnettarız, ancak-"

"Ancak ne? İki yıl önce bir bahane bulup rektörlük görevime son verdiler. Ne tesadüftür ki bir sonraki rektör kardeşim seçildi. Bunu neye yormalıyım, sevgili kardeşim?"

"Alark, eski konuları açmasak mı? Sen savaş dönemi o prefabrik evleri yaparak okul bütçesine ciddi zarar verdin-"

"Ben sadece öğrencilerimi korumak için elimden geleni yaptım! Okul dışında bir kamp kurdum ve herkesi güvence altına aldım. Peki ya sen? Sırf benimle yarıştığın için devlete yakın olup benim yerime geçtin! Bana komplo kurduğunu bilmiyor muyum sanıyorsun?"

Sesim iyice yükselmişti. Frederick beni susturdu:

"Bu konuşmaları bin kez yaptık ve artık benim bununla bir alakam olmadığını söylemekten de yoruldum. Madem susmayacaksın, geç, otur. Neden burada olduğunu sorarlarsa hiçbir açıklama yapmayacağım. İstediğin kadar saçmala." dedi elini umursamaz bir şekilde sallayarak.

Beni deli ediyordu.

Ailemiz bizi hırslarından dolayı birbirimize düşman etmişti. Ben çoğu zaman çoğu alanda Frederick'ten daha başarılıydım, ama Frederick'in de benden daha başarılı olduğu konular vardı. Ailem bunu görmek yerine bizi birbirimize rakip yaptı, beni övüp Frederick'i aşağıladı. 

En sonunda Frederick torpile başvurdu. Belmare devletinin elinde oyuncak olmayı seçti ve benim yaptırdığım prefabrik evlerin okul bütçesine zarar vermesini bahane ederek bana komplo kurdu. Devlet de rektörlük makamımı elimden alıp Frederick'e verdi. Ama Frederick çoğu zaman yanlış kararlar verdi. Eğer şu an burada öğrencilerin birbirine durmadan zarar verdiği bir kurumdaysak bunun bir kısmı onun suçuydu. 

Doğru yerde doğru önlemler almadığı için...

Bir süre sonra toplantıya yönetimdeki diğer kişiler de geldi. Dekanlar, rektör yardımcıları... En son olarak Luceat hanım ve yanında birkaç kişi daha geldi.

Luceat hanım, Frederick ile el sıkıştıktan sonra şöyle bir etrafına baktı, ardından gözleri benimkilerle buluştu. Sanki beni daha önce tanıyormuş gibi bana baktı.

"Eski rektörün de burada olacağını düşünmemiştim." dedi şaşkın bir tavırla.

Bu şekilde anılmak beni sinirlendiriyordu, ama ne yapabilirdim ki?

"Size bizzat sormak istediğim bazı sorular var, Luceat hanım. Ayrıca savaş döneminden konuşulacağını varsayıyorum, konunun hakimi benim." diye yanıtladım.

"Elbette, sıkıntımız zaten savaş, Alark bey."

İsmimi biliyordu, belli ki sıkı bir araştırma yapıp gelmişti.

Herkes yerlerine oturduktan sonra konu uzun uzun tartışıldı. Lichteria'da olan cinayet sonrasında iki tarafın da nasıl etkilendiği, Belmare ve Lichterya'da çıkan çatışmalarda kaç kişinin hayatını kaybettiği...

"Birçok öğrenci yaz okuluna kalmak zorunda kaldı, yaralanan çok oldu." dedi Frederick.

"Zor bir durum, anlıyorum. Feloria Üniversitesinde de durum pek farklı değil. Yaz okulu sebebiyle okul oldukça kalabalık."

Dekanlardan biri herkesin sormaya çekindiği soruyu sordu:

"İzninizle benim de bir sorum olacak. Bu söz konusu Lichterialı kişi hakkında bir bilginiz var mı ve gereken cezayı aldı mı?"

Luceat hanım dekana doğru döndü. Oldukça gergin duruyordu, ama soruyu yanıtladı.

"Ne yazık ki kişiyi henüz tespit edemedik. Polisle birlikte çalışıyoruz, soruşturma devam ediyor."

Ancak yalan söylediğinden emindim. El hareketlerinden, gerginliğinden ve yüzünün ifadesinden... Bunun bir şekilde üstü örtülmüştü. 

Tabii, bütün bunlar sadece tahminden ibaretti, ama doğruluk payı yüksekti.

"Otopsi sonucu da mı belli olmadı?" dedim dayanamayarak.

Luceat hanım bana döndü. Bakışları değişti, sanki bana meydan okuyormuş gibi.

"Belli oldu. Kılıçla kalbi delinmiş."

Sonra rektöre dönüp konuyu değiştirdi: "Bakın, böyle bir olay yaşandığı için çok üzgünüz. Değişim programını hedeflerken birtakım sıkıntıların olacağını hesap etmiştik ancak işlerin bu noktaya geleceğini asla düşünemezdik."

Detay vermekten kaçınıyordu. Ama pes etmeyecektim.

"Afedersiniz Luceat hanım, ama iki düşman ülkenin değişim programı yapmasından söz ediyoruz. Bir cinayetin olamayacağını nasıl düşünemediniz?"

"Neyi ima etmeye çalışıyorsunuz?" dedi öfkeyle.

"Bir şey ima etmeye çalışmıyorum. Sadece merak ediyorum."

"Sadece soğuk savaş dönemindeyiz ve iki ülke de barış politikaları uygulamaya başladı. Birinin cinayet işleyerek iki tarafın da çok kayıp verdiği savaşı körüklemek isteyeceğini elbet düşünmedim bile."

"Yalanınız gün gibi ortada. Risk aldınız ve şimdi aldığınız riskin bedelini ödüyorsunuz."

"Alark bey, yeterli!" diye bağırdı kardeşim. 

"Her ne kadar bu üniversitede emeğiniz de olsa şu an burada yalnızca bir konuksunuz. Konumunuzu bilerek konuşmanızı tavsiye ederim."

Sevgili kardeşim beni nasıl da güzel aşağılayıp yerimi hatırlatmıştı. Masanın altında yumruğumu sıktım, yüzümün ifadesi değişti ama sakin kalmaya çalıştım.

"Haddimi aştığım için bağışlayın." dedim ve başımı hafifçe öne eğdim.

"Sıkıntı yok, Alark bey. Gerici bir mesele ve hepimiz gerginiz. Sizi anlıyorum." 

Bir süre daha ne yapılması gerektiği hakkında konuşuldu ve toplantı sona erdi. 

Toplantı çıkışında biri arkamdan seslendi: "Alark bey! İki dakika konuşma şansımız var mı acaba?"

Arkamı döndüm, bu Luceat hanımdı.

"Buyurun Luceat hanım." dedim.

Topuklarını vurarak bana doğru yaklaştı, hatta yaklaşması gerekenden biraz daha fazla yaklaştığı için geri adım attım.

Bunu fark eden Luceat hanım başını çevirip güldü.

"Merak etmeyin, sizi fazla darlamayacağım. Ancak neyi ima ettiğinizi anladım. Beni başarısız bir rektör gibi gösterme girişimleriniz boşuna. Özellikle siz, kendiniz makamınızı koruyamamışken..."

Beni nasıl vuracağını iyi biliyordu, ancak onu yanıtsız bırakma niyetim yoktu.

"Affınıza sığınırım, Luceat hanım, ancak haksız mıyım? Bir rektör olarak gerekli güvenlik önlemini nasıl alamadınız?"

"Almadığımı mı düşünüyorsunuz? Oldukça sıkı güvenlik vardı, ancak bazı şeyleri ben kontrol edemem. Neden beni suçladığınızı anlayamıyorum."

"En azından suçlunun kim olduğunu örtmeye çalışmayın. Böylece Belmare halkının gözünde güvenilir olursunuz."

"Alark bey, size bunu düşündüren nedir tam olarak?"

"Çok fazla şey, hangi birini sıralayayım Luceat hanım? En başta hareketleriniz bunu ele veriyor."

Luceat hanım gergin bir kahkaha attı.

"Hareketlerim mi? Jest ve mimikleri analiz etmede gerçekten çok kötüsünüz Alark bey. Umarım rektörlüğünüz de bu kadar kötü değildi." dedi ve "Size söyleyecek daha fazla bir şeyim yok, iyi günler." diyerek yanımdan ayrıldı.

Arkasından öfkeli bir şekilde baktım, ama üniversitedeyken kendimi kontrol etmek zorunda olduğumdan hiçbir şey yapamadım.

"Sen de kara listedesin, Luceat hanım. Ne olduğunuzu ortaya çıkarana kadar keyfinize bakın." dedim alçak sesle sadece.

...

POV: Luceat

Ne ukala adamdı! Üstüme gelineceğini tahmin etmiştim, ama bu kadar olacağını düşünmemiştim. Özellikle o Alark bozuntusu... Kendini ne zannediyordu ki?

Dışarı çıktım, bir sigara yaktım. Artık sakinleşmeliydim. Çünkü oğlumla buluşacaktım.

Tam da onu düşünürken telefonum çaldı. 

"Alo, anneciğim?"

"Anne, merhaba. Toplantın bitti, değil mi?"

"Evet, evet bitti canım. Yurdun oraya doğru geliyorum, oradan birlikte beni götüreceğin restorana gideriz."

"Tamamdır anne, çok beğeneceksin. Deniz kenarında bir yer, çok güzel deniz ürünleri var."

"Çok pişiriyorlar mı etleri?"

"Evet anne, tam sevdiğimiz gibi yapıyorlar. O yüzden burasını tercih ettim."

"Tamam canım, şimdi geliyorum." dedim ve yurdun kapısında onu beklemeye başladım. Sarp aşağıya inince ona sıkı sıkı sarıldım.

"Anne, dünden beri kaçıncı sarılışın?" dedi Sarp.

"Ne yapayım, çok özledim seni." 

"Ama nefes alamıyorum."

"Tamam, tamam." dedim geri çekilerek.

Sarp gülümsedi. Ah, o gülümsediğinde tüm dünya benim oluyordu!

Nasıl da özlemiştim onu. 

"Hadi, götür bakalım beni o yere."

"Tamam, önce taksi çağırayım." dedi ve bir süre sonra taksiyle yemek yiyeceğimiz yere gittik.

Geldiğimiz yer gerçekten de çok güzeldi. Deniz kenarında, yaz olmasına rağmen hafif de serin bir yerdi.

İkimiz de çok pişmiş ızgara balıklarımızı sipariş ettikten sonra konuşmaya başladık.

"Okul hayatın nasıl? Alışabildin mi Belmare'a?"

"Alıştım anne. Burası güzel... her şeye rağmen bir sürü arkadaş da edindim."

Birden gülümsedi, ama bu gülümseme beni endişelendirdi.

Marin'e bağlanacak olması ihtimali beni endişelendiriyordu.

"Sarp, Marin nasıl?" diye sordum bir anda. Sormamla birlikte irkildi.

"Marin... iyi... hangi anlamda sordun? Malum meseleyle ilgili mi?"

"Hayır, hayır! Genel olarak sordum, yani sağlığı nasıl, arkadaşlığınız nasıl?"

Sarp derin bir iç çekti, sonra konuştu:

"Anne, arkadaşlığımız seni endişelendiriyor, anlıyorum, ama merak etme. Her şey kontrolüm altında."

"Sadece onu sormak istememiştim. Biliyorsun, ciddi bir kaza geçirdi. O kazadan sonra nasıl olduğunu merak ettim."

"Şu an iyi, kas ağrıları oluyor, onun için ilaç alıyor."

"Görüşüyor musunuz sık sık?"

"Yani, arkadaş grubumuz var, mesajlaşıyoruz. Ama yüz yüze uzun zamandır görüşmedik."

"Mutlaka bir fırsat yaratın. Marin'e ne kadar yaklaşırsan o kadar iyi. Hatta artık biraz sırlarınızı konuşmaya başlayın. Kendin hakkında birkaç sır verip onu cesaretlendirmeye çalış mesela."

"Sırrım yok ki. Bu mesele haricinde."

Bunu ona sesli söylemek istememiştim, ama zorunda kaldım.

"Babandan bahsetmeyi dene. Eminim o da bu şekilde babasından bahsedecektir."

Ondan böyle bir şeyi istediğim için, hatta birçok şeyi istediğim için kendimi asla affetmeyecektim, ama her şey daha güzel bir dünya uğrunaydı. Sarp da bunu biliyordu ve bana yardım ediyordu. Beni anlayacaktı.

"Off... Peki, ne kadarından bahsedeyim?"

"Ne kadarını uygun görüyorsan. Ama uygun bir ortam yakalamayı unutma."

"Peki, tamam. Halledeceğim." 

Canı sıkılmıştı, haklıydı da.

Ardından sordu: "Sigaran var mı? Benim kalmadı."

Güldüm: "Var." 

Ona sigara paketimle çakmağımı uzattım, o da bir tane yaktı.

Benim oğlum ne zamandır bu kadar büyümüştü de karşımda sigara içiyordu? Her ne kadar güzel bir alışkanlık olmasa da, garip bir şekilde büyüdüğünü hissettiriyordu bana.

"Bir gün bıraksak iyi olur sigarayı." dedim.

"Tüm bu sıkıntılarımız bittiğinde düşünelim." dedi Sarp.

"Eh, buna bir tane de ben yakarım." dedim ve ben de sigara yaktım. 

İkimiz denize karşı sigara içerken bir yandan da düşüncelere daldık.

More Chapters