Cherreads

Chapter 3 - #BÖLÜM-3:GURUR VE KEDER#

Üstümü değiştirdikten sonra hızlıca ve sessizce merdivenlerden aşağıya indim, babam ve ablam genellikle gece vardiyasında oldukları için evde sadece ben, İllya ve abim Arden oluyor. Kapıyı yavaşça açtım ve kendimi dışarıya attım. Evet mega zeka, dışarıya çıktık iyi hoş ama bu kızı nasıl bulmayı düşünüyorsun bakalım?! Dediğinizi varsayıyorum, sonuçta bende bir insanım, müneccim değilim ulan, ama bildiğim ve hobi olarak yaptığım bir şey varsa oda insanların telefon sinyallerini incelemek. Evet evet… Size göre çok korkutucu ve değişik bir hobi olabilir, ama aynı zamanda hayat kurtarıcı bir şey.

Yazılım programımdan Lisanın telefon numarasını ve bildiğim birkaç özelliğini yazdım. Birkaç dakika sonra yazılım bana deniz kenarında hangarların olduğu büyük bir bölgeyi kapsayan bir harita çizdi, düşünmeye başladım, şimdi ben 21 yaşında taş gibi bir hatun olsam ve gecenin köründe hangara gitsem, Niye gideyim lan?! Muhtemelen kaçırılmış olmalı, ah ah bu 16 senede cidden çok paslanmışım… O zaman Taş gibi bir hatunu kaçıracak olsam nasıl bir yere kaçırırdım ve hangi noktaya, düşünmeye başladım. Muhtemelen diğer hangarlara göre daha eski ve minimal bir yere kaçırırdım ki haritanın içinde tarif ettiğim özelliklere uygun bir hangar var gibi. Hemen scootera bindim, buradan orası scooterla yaklaşık 20 dakika sürüyor. Yani GPS öyle diyor ben değil.

Scooterla giderken soğukkanlılığımı da korumaya çalışıyorum, umarım oradadır ve başına bir şey gelmemiştir.

20dk sonra hangarların olduğu bölgeye vardım, sessizce hangarları kontrol ede ede en sonunda küçük ve eski olan hangarın yanına geldim, nereden girebilirim diye düşünürken 2 metre yükseklikteki delik dikkatimi çekti, birkaç denemeden sonra içeriye girdim. Ve biraz süründükten sonra önümde duran kapağı hafifçe ittirdim ve hangarın içine girdim, içerideki malzemelerin arkasına saklanarak gizlice hareket etmeye başladım. Ve hangarın ortasını görebilecek bir konuma geldim.

*fısıldayarak* "tahmin ettiğim gibi..."

Evet tahmin ettiğim gibi, Lisa buradaydı, ortada bir sandalyeye bağlanmıştı ve kıyafetleri yoktu. Zemin garip ritüel harflerine benzeyen dairesel harflerle kaplıydı, bir sadist ayinine benzettim açıkça. İçeriye bir anda 2 kişi girdi, beni görmemeleri için biraz daha eğildim. Bir şey hakkında konuşuyorlardı

"Kızın vücudu daha ne kadar direnç gösterir bilmiyorum. Bu gidişle 'Onu' alamadan kızla beraber kaybedeceğiz!"

İri yarı olan adam tıfıl olana baktı

"Eninde sonunda direnç göstermeyi bırakacak. Siz ben ne söylediysem onu yapmaya devam edin."

Tıfıl olan tedirginlikle çemberin içine girdim elinde eski antika bir kitap vardı. Kitabı yavaşça açtı ve sayfaları karıştırmaya başladı. Muhtemelen ayine başlayacak gibi duruyorlar hemen bir şeyler yapmalıyım yoksa Lisayı kaybedebiliriz. Adam ayine başlamasıyla lisanın acı dolu çığlıklar atması bir oldu.

Gözlerime resmen sinirden perde girdi

"NAPIYORSUNUZ LAN SİZİ RUH HASTALARI!!!!"

Hiç tereddüt etmeden üstlerine doğru koşmaya başladım, her ne kadar paslanmış ve bu bedene halen alışamamış olsam da bizde boş değiliz. İri yarı olan eleman bana doğru yumruklar sallamaya başladı, hepsini atlattım, üstüne doğru koşarken, yerde duran metal boru elime aldığım gibi kafasına geçirdim.

Sırıttım "Ha ha!"

Fakat gülmemle korkmam bir oldu, elemana işlememiş gibi tehditkâr bakışlarla bana bakıyordu, yavaşça kafasını bana doğru çevirdi.

"Hassi-" Daha tepki veremeden bana sağlam bir yumruk indirdi, sizce bir yumruk ne kadar güçlü olabilir ki? Yani 2 3 metre en fazla uçmam gerekiyor değil mi? Hayır… Elemanın yumruğuyla ilk olarak hangarın duvarına doğru uçtum, duvarı deldim, dışarıdaki birkaç konteynerde delip geçtim ve en sonunda kendimi diğer hangarın dış duvarı içeriye doğru çökertmiş ve sıkışmış şekilde buldum. Hayatım resmen gözlerimin önünden geçiyordu. Gene mi ölüyordum? Birisini gene hiçbir şey yapamadan gözlerimin önünde kaybedecek miydim? HAYIR! Bunun olmasına izin vermeyeceğim! Soluklanmaya çalıştım, kendimi sıkıştığım yerden kurtardım ve yere dizlerimin üstüne düştüm.

İri yarı adam uzaktan bana baktı ve bağırmaya başladı

"Heh, Beklediğimden sağlam çıktın çocuk! Baban herkül falan mı senin ha?!"

Vücudumu kontrol ettiğimde vücudumda hiçbir şey yoktu! Sadece elemanın yumruk attığı yerde kıyafetim paramparça olmuştu o kadar. Yavaşça ve dengemi korumaya çalışarak ayağa kalktım, her ne kadar hasar almamış olsam bile, yumruğun gücünü hissetmiştim.

"Huff… Bırakın… Onu…" Kızı gösterdim ve ilk başta sendeleyerek sonrasında kendimi toparlayarak hızlıca tekrar üstüne doğru koşmaya başladım. "BIRAKIN DEDİM SİZİ RUH HASTASI PİÇLER!!!!!"

"NE AKILLANMAZ BİR ÇOCUKSUN SEN! GEBERMEYE HAZIR OL!"

Eleman yerden büyük bir demir boruyu alarak bir beysbol sopası gibi salladı. Fakat ben sallamadan önce çoktan eğilmiştim ve hemen dibindeydim.

"NASIL OLABİ-" Tereddüt etmeden karnına doğru bir koçbaşı gibi kafa attım ve ellerimde vücudunu arkadan sardım, o momentle hiç durmadan hangarın diğer duvarına doğru beraber uçtuk ve elemanı duvara serdim. Sonrasında ayini yapan elemana doğru koşmaya başladım.

"BIRAK ONU!!! LISAAAAAAAAAAAA!!" Ayin tamamlanmış olması gerek, bir anda etrafı ışık süzmeleri sardı ve ayini yapan eleman dâhil hepimiz yere serildik ve Lisanın bağrından yavaşça tılsıma benzeyen zarif bir kolye çıktı… Başarısız olmuştum… Ayini yapan eleman kolyeyi aldığı gibi hemen hangarın girişinde mavi yıldıza benzeyen bir portal açıldı… Ve içinden öyle birisi çıktı ki, elemanın baskısına vücudum dayanamıyordu resmen, kusacak gibi hissediyorum, kim lan bunlar? Simsiyah giyinmişti, baykuşu andıran bir maske takıyordu.

Ayini yapan eleman, maskeli elemanın önüne gelerek selam verdi ve eğildi, kolyeyi adama sundu.

"İstediğiniz gibi efendim, Ayin başarılı oldu ve Kutsal rünü çıkartabildik."

Maskeli Lider, eline kolyeyi aldı, kolye ara sıra çok naif rengârenk ve parıltılı ışıklar saçıyordu.

Kafasıyla onayladıktan sonra yerde kendime hâkim olmaya çalışan bana baktı. O an korkuyu hissetmeye başladım fakat şuan öfkemi korkum mu hangisi baskın derseniz, tamamıyla öfkem diyebilirim! Yanıma yavaşça yaklaştı ve çömeldi. Sonrasında Duvara yapışmış ve kendini çıkartmaya çalışan elemana baktı.

"Bunu sen mi yaptın, velet?"

Sessizliğimi korudum. Ve yüzüne öfkeyle baktım, cidden o kadar çok sinirliydim ki hepsini gebertmek istiyordum.

"Cevabımı alamadım, bunu sen mi yaptın?"

Derin bir nefes aldım ve sırıtmaya başladım. Lider derin bir nefes aldı.

"Ah… Ne yazık… Oysa ki zayıflara karşı güç kullanmayı hiç sevmem…"

Demesiyle boğazıma yapıştı ve beni havaya kaldırdı. Nefes alamıyordum, hatta o kadar ki böyle sıkmaya devam ederse kafam kopacaktı!

"Beni, tekrar ettirme velet!! Anlaşılan o ki bunu sen yapmışsın! Hiç kimse benim iznim olmadan Çalışanlarıma saldıramaz!"

Ellerin tutup elini çekmeye çalıştım ve biraz çırpındım, öfkem hala geçmemişti, gözlerim öfkeyle dolup taşıyordu, maskeli eleman bunu anlamış olacak beni hemen yere fırlattı. Görüşüm bulanıklaşmaya başladı, sandalyede baygın olan Lisa ya doğru baktım ve yavaş yavaş sürünmeye başladım. Bir anda maskeli eleman bacağımdan tuttu ve beni hangarın içindeki konteynere fırlattı, fırlamamla konteynerin dış metal kapağı çöktü ve bende yere kapaklandım.

'Siktir! Siktir! Siktir!! Lisayı kurtaramayacağım gibi kendimi de ölüme sürükledim… Burada ölemem…'

Bunları düşünürken maskeli eleman elinde ucunu keskinleştirdiği metal boruyla üstüme doğru yavaş adımlarla yürümeye başladı.

"Buradaki şeyleri gören birinin olması, bizim aleyhimize. Üzgünüm evlat, hiçbir şekilde, görgü tanığı-"

Boruyu kaldırdı… "KALMAMALI!!!!" Ve tam saplayacakken metallerin birbirine çarpmasıyla oluşan bir ses çıktı. Gözlerimi açtığımda önümde koyu yeşil kıyafetli birini gördüm, gümüş bir kılıç tutuyordu ve beni koruyordu.

Maskeli adam şaşırmış gibi konuştu

"Etkilendim… Demek çoktan Gardiyanlar buraya geldi ha?"

Beni koruyan kişi konuşmaya başladı, sesi çok tanıdık geliyordu.

"Heh… Bizden hiçbir şeyin kaçmayacağını öğrenemeyecek misiniz siz ha?!" Maskeli elemanı kılıcını savurarak birkaç metre ileriye ittirdi.

"Ne bakıyorsunuz?! Sizi ben niye tutuyorum burada Saldırın !!!" Diğer iki eleman yerlerinden kalkarak tam gaz koyu yeşilli gardiyana saldırıya geçtiler, fakat tam saldıracakları sıra bir anda etrafı sis ve buz tutmaya başladı, kendilerini de dâhil, hareket edemeyecek hale geldiler. İçeriye Bu seferde Mor üstlü bir Gardiyan girdi, Karanlık ortamdan ikisinin yüzünü de göremiyordum ama sesleri çok tanıdıktı. Mor üstlü olanın Kadın olduğundan emindim.

"Amanın… Görünüşe göre sadece tek sen kaldın, Uzun zamandır seni arıyorduk, öyle değil mi baykuşcuk? Yoksa sıçancık mı demeliyiz? Fufu~"

Koyu yeşilli eleman yavaşça bana doğru eğilince gözlerime inanamadım, o an cidden kendi hayatımı ve her şeyimi sorgulamaya başladım. Hayır, şaka falan olmalı diye geçirdim ve hatta dudağımı bile ısırdım ama hayır! Bu gerçekti, Abim Arden tam karşımda bana bakıyordu, oda şaşkın olmuş olmalı ki beni hemen kaldırıp yaralarımla ilgilendi. Ve ayağa kalktığımda Morlu Gardiyanında Ablam Yukari Olduğunu anladım. BU NASIL OLABİLİYOR LAN!?

"SİZ NASI-" Abim beni susturdu.

"Shh… Sana sonra olanları anlatacağız. söz veriyorum kardeşim, sana her şeyi anlatacağız, ama şimdi olmaz." Sandalyede duran baygın lisaya baktı.

"Onu al ve buradan git tamam mı? Bundan sonrasını biz ha-"

"ARDEN HAYIRRRR!!!!!" Abimin gözleri fal taşı gibi açılmıştı… Bende anlayamamıştım fakat yavaşça ikimizde abimin karnına doğru bakmaya başladık, kocaman ve kanlı bir kılıç abimin karnını deşmişti bile. Maskeli eleman kılıcı çektiği gibi çıkan kanın haddi hesabı yoktu ve refleks olarak abime sarıldım, ikimizde dizlerimizin üstüne çöktük.

"Yo…YO YO YO HAYIR HAYIR HAYIR…" Ablam delirmiş bir şekilde Maskeli elemanla kapışmaya başladı, ben hala şok içindeydim.

Abim kalan son gücüyle bana sarıldı ve kulağıma fısıldayarak konuşmaya başladı.

"Üzgünüm, sesim anca bu kadar…çıkabiliyor… Berwick, git buradan… Biz…" Kan kusmaya başladı ama konuşmaya devam etti. "Biz iyi-"

"NE DİYORSUN LAN SEN, SİZİ BURADA MI BIRAKAYIM?! NE ANLATIYORSUN?" Gözlerim dolmaya başlamıştı bile, konuşurken boğazım düğümleniyordu, abimin söylediği her söz ve kelime canımı çok acıtıyordu. Ablamda Maskeli elemanı zar zor durduruyor arkada çetin bir savaş veriyordu, hangarın zaten tepesi çoktan gitmiş etrafı savaş alanı bürümüştü.

"Salaklaşma… Bize bir şey olmaz… Berwick…Öhö" Durdu ve yüzümü iki eliyle tuttu "Bana söz ver, ne olursa olsun… ne yaşarsan yaşa, kendini sakın kaybet… me… Tıpkı çocukken olduğu gibi…"

Ağlamamı durduramıyordum, abim bana sımsıkı sarılıyordu ama vücudu da git gide soğuyordu.

"Peki… Tamam kayıp etmeyeceğim … Söz veriyorum…"

Abimin sırıtışını duydum. Oda Ağlamasını tutuyor gibiydi "Aferin küçük wick… Senin gibi bir kardeşim… Olduğu için…Gurur…du..yu..yo..r..um…"

Abimin kolları gevşemişti… Teni buz gibiydi, yüzüne baktığımda gülümsüyordu. Ellerim ayağım korkudan, öfkeden titriyordu. Onunla yaşadığım anılar gözümün önünden geçiyordu.

"AAAAAAAAAAAAAARDENNNNNNNNNNNNNNNNN!!!!!" Feryadımı duyan ablam Daha da hiddetlenmişti ve Maskeli elemanın sınırlarını zorluyor gibiydi

"Oh… birileri kızgın gibi gözüküyor… O zaman… Birazcık daha ciddileşeceğim" Demesiyle bir anda kulak zarlarımı neredeyse patlatacak şiddette bir ses ve sarsılma duydum. Gözlerimi açtığımda neredeyse hangarlar tamamen yok olmuş, şehrin kıyı yakınındaki binaların yerini kraterler doldurmuştu. Gözlerim ablamı arıyordu… Gökyüzüne baktığımda, ikinci bir şoku daha geçirdim.

"HAYIRR!!! OLAMAZ!!! YUKARİ ABLAAAAA!!!"

Havada Ablamın sadece vücudunun yarısı vardı ve Maskeli Eleman Boğazından tutuyordu. Ablamın cesedini benim hemen yanıma fırlattı. O an hiçbir şey düşünemiyordum, kafamdan abimle ablamla olduğum mutlu ve neşeli anılar, onların gülüşleri, yaşadığımız gırgır şamatalar hepsi geçiyordu.

"Galiba birilerinin ailesini yok ettim ha, gerçi seni öldürmemle o aileden de bir şey kalmayacak."

Bir anda yukarıdan kutsal ışıklar inmeye başladı Maskeli eleman bu duruma şaşırmıştı ve daha kendisi fark edemeden rahat 1 km ötedeki baraja fırladı, fırlamasıyla barajın duvarında devasa bir krater oluştu. Yukarıdan kızıl kıyafet giyen ve gerçekten de maskeli elemanın aurasına göre daha baskın fakat içleri ferahlatan bir auraya sahip hafif uzun saçlı yaşlı biri geldi. Artık şaşırmıyordum. Kızıl üstlü eleman bana bakmıyordu, ama kim olduğunu biliyordum.

"Berwick. Buradan Uzaklaşmalısın, Ablan ve Abini ben getiririm. Şuradaki kız, o hala yaşıyor. Durumu nedir bilmiyorum ama yaşıyor, onu buradan götürmelisin evlat! Ölenler Yaşayanları korumak için feda edilmiştir Berwick! ŞİMDİ AYAĞA KALK VE BABANIN SÖZÜNÜ DİNLE!" Yüzünü döndüğünde öfkeden kızışmış, normal siyah gözleri yerine Neon mavisi gözleriyle bana bakan babamı gördüm. Kendimi sadece birkaç saniyeliğine toparladım, Abimin cesedini zemine nazikçe bıraktım ve babama gittiği yönün zıt yönüne doğru lisayı alıp avaz avaz bağırarak kaçmaya başladım. Bir yandan ağlıyordum. Bir yandan koşuyordum bir yandan da Lisanın vücuduna sımsıkı sarılıyordum. Arkama ara sıra bakıyordum gökyüzünde binlerce mavi ve mor şimşekler çakıyordu, ilk başta şimşek olduğunu sanıyordum ama aksine babamla maskeli eleman o kadar hızlı hareket ediyordu ki gözüme yıldırım gibi görünüyordu.

***'8 AY SONRA'***

Animos adlı marketin içinde.

"Güle güle, tekrar bekleriz." Gözlüklü ve enerjik görünen kasiyer çocuk müşteriye böyle dedikten sonra, Depresif ve yorgun olan iş arkadaşına baktı.

"Hey hey, yakışıklı, bugün sanki biraz daha iyisin ha?"

Depresif genç arkadaşına yavaşça baktı, işine odaklanmış görünüyordu. Elindeki barkod okuyucusuyla Defolu malları tarıyordu. Gözlüklü eleman cevap alamayınca uğraşmaya başladı.

"Offf…asma o suratını, hey beni dinle yaa, hey Berwick."

"İşimi yapıyorum touga, müsaade edersen…"

"Olmaz! Müsaade etmiyorum kardeşim, hem ayrıca birazdan zaten dükkanı kapatacağız, çatıya çıkıp bir şeyler içelim ne dersin?"

"İşte o yüzden defolu malları kontrol ediyorum ya, bugünün işini yarına bırakma demişler. Teklifin içinse, hayır diyemeyeceğimi zaten biliyorsun."

Touga sevinçli bir şekilde elleriyle kendi kendine tezahürat etti

"Oley be! Tamadır kankito, ben o zaman şimdi" Üstündeki kasiyer önlüğünü çıkarttı ve bira dolabından birkaç bira alıp merdivene doğru yol aldı. "Yukarıya çıkıyorum, orada görüşürüz."

Berwick, kafasıyla onayladıktan 10dk sonra tek katlı marketin çatısına arkadaşı touganın yanına çıktı. Yavaşça oturdu ve soğuk biralardan birini açtı.

Touga Berwicke baktı ve biralarını tokuşturdular. Sonrasında Touga gökyüzüne bakarak sessizliği bozmaya başladı.

"Yıldızlar ne kadar güzel değil mi?" Berwick, sessizliğini sürdürüyordu. "Hey, Hiç konuşmayacak mısın? O kadar aylardır çalışıyoruz, son 2 aydır daha iyiydin, neden son 1 haftadır böyle daha da depresifleşmeye başladın bakayım?"

Berwick sessizliğini bozmayı seçti. "Doğum günüm yaklaşıyor."

"Ha? Bir insan Doğum günü geliyor diye niye depresifleşir ki? Yani tamam kabul ediyorum yaşadığın onca şeyden sonra onu kutlamak kendine doğru gelmiyordur ama hayat bu, acımasız işte…" Touga birasının dibini.

Evet, O kadar depresif oldum ki, artık sizlerle bile konuşacak takatim kalmadı. Ailemin Gardiyanlardan olduğunu öğrenmem, Abimi Ablamı ailemin yarısını kaybetmem, Babamın sözde sıradan bir muhasebeci yerine Gardiyanlar arasında bir 'EFSANE' diye andıkları birisi olmasını öğrenmem ve o savaşta onu da kaybetmem, ki haberlerde gördüğümde o kadar hiddetli bir savaş dönmüş ki şehir haritadan silinmiş resmen. Lisanın komaya girmesi, Ailesinin benim yüzümü bir daha görmek istememeleri, İllyanın Teyzemle kalmak istemesi, Evimizin öylece kala kalması, Okuldan ayrılmam ve kendi hayatımı sürdürmeye başlamam… Hepsi sanki 10 sene içinde olmuş gibi ama sadece ve sadece 1 ay içinde olan şeyler bunlar… Önceki hayatımdan, ne farkım kaldı ki?

"Haklısın…Hayat acımasız…" Elimdeki soğuk birayı olduğu gibi diktim, ve sadece Yıldızların gösterisini seyre daldım…

More Chapters